🏸 Imanla Ilgili Ayetler Arapça Ve Türkçe

Eymü’minler siz de şöyle deyin: “Biz Allah’a, bize indirilene; İbrâhim, İsmâil, İshâk, Yâkub ve torunlarına indirilene; yine Mûsâ’ya ve İsa’ya verilene, hülâsa Rableri tarafından bütün peygamberlere gönderilene iman ettik. Biz o peygamberler arasında hiçbir ayrım yapmayız. Biz, sadece Allah’a boyun eğen arapçaile ilgili ayetler Taha Suresi, 113. ayet: Böylece Biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri türlü şekillerde açıkladık; umulur ki korkup-sakınırlar ya da onlar için düşünme (yeteneğini) oluşturur. Zümer Suresi, 28. ayet: Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kur'an'dır (bu). Umulur ki Cevap Bir kimsenin mutlak iman ile öleceğini söyleyebilmek için, o kimse hakkında âyet veya hadis olması lazımdır. Zira bir kimsenin mümin veya kâfir olarak öleceği, son nefeste belli olur. Birçok kimse, bütün ömrünce kâfir kalıp, sonunda imana kavuşur. Bütün ömrü iman ile geçip, sonunda tersine dönen de olur. Nas suresinin Arapça ve Türkçe okunuşu arama motorlarında aratılan surelerden biri oldu. Nas suresiyle ilgili merak ettiklerinizi ve Arapça - Türkçe okunuşunu sizler için derledik Resûlullah, Allah’tan İslâm’a kendi kıblesinin verilmesini niyaz etti. İşte bundan sonra Kudüs’ten Kâbe’ye dönülmesi emri geldi. Bunun üzerine yahudiler ve münafıklar tekrar ileri geri konuşmaya başladılar. İşte kıble ile ilgili 142 ve devamındaki âyetler bu olayı anlatır. 142. Tasavvufta Hiç ve Tasavvufta Vahdeti Vücut ve Vahdeti Şühut 26 Kasım 2013 (71.129) Peygamber Efendimizin Mezhebi Var mıydı? 19 Temmuz 2013 (64.245) Hifa Hatun ve Hz. Süheyb 13 Kasım 2016 (53.250) Vesvese Nedir? Vesveseden Kurtulmanın Çareleri 11 Ekim 2013 (49.019) Kuran’da Su ile ilgili Ayetler ve 1 Ağustos 2014 (42.598) BxMe. Prof. Dr. Kerim Buladı / İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İnsaf ve merhametten yoksun bir anlayış ve uygulamanın neticesinde yeryüzünde ve özellikle Müslüman toplumlarda yapılan katliamlar, akan gözyaşları, yetim ve öksüzlerin dilhun bakışları, mazlumların çaresizliği umut kulvarında büyük gedikler açmaya devam ediyor. Karamasarlığın zifiri karanlıkları, kalplerimize, zihnilerimize ve tasavvurlarımıza yaptığı baskı, tarifi mümkün olmayan boyutlara ulaştı. Evrende, Müslümanların karşılaştığı olumsuzlukların, baskı ve zulümlerin, söz konusu imtihanın bir parçası olduğunu kabul etmekle birlikte, böyle bir perdenin arkasına sığınarak çaresizliğe, ümitsizliğe ve gevşekliğe düşülmesinin isabetli olmayacağını da vurgulamak gerekir. Kur’an, şartlar ne olursa olsun inananlara sürekli umut aşılamakta ve karamsarlığa düşülmemsini tavsiye etmektedir. Bu çerçevede yazımızı tamamlamaya RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEYİNİZKendi nefislerine karşı haddi aşan ve haksızlık edenlere Kur’an, Allah’ın rahmetinden, bağışlamasından ve lütfunden ümit kesmemelerini şöyle dile getirir.“De ki “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” Zümer, 39/53.İbn Abbas’ın rivayetine göre bu âyet, “Muhammed putlara tapan, Allah’ın haram kıldığı cana kıyan kimselerin bağışlanmayacağını iddia ediyor, bu durumda biz nasıl hicret edelim? Nasıl Müslüman olalım? Hâlbuki biz, Allah’tan başkasına ibadet ettik, Allah’ın haram kıldığı cana kıydık” diyen Mekke halkı hakkında inmiştir. Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, tahkik, Said Mahmud, Dâru’l-Ceyl, Beyrut, ts. s. 274. Görüldüğü gibi, bir kimse şirk hariç olmak üzere ne kadar günah işlerse işlesin, Allah’ın bağışlamasından, rahmetinden yine de ümidini kesmemelidir. ÜMİTSİZLİĞİN PANZEHİRİÜmitsizliğin, üzülüp karamasarlığa düşmemenin panzehiri imandır. İman, en büyük güç ve umut kaynağıdır. Bütün dertler ve kederler imanla sükûn bulur. Uhud savaşında zarar gören ve kısmi mağlubiyet yaşayan Hz. Peygamber ve müminler çok üzülmüştü. Bunun üzerine onları teselli etmek ve moral vermek için şu âyet indirilmiştir. Vâhidî, s. 92.“Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer gerçekten iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” Âl-i İmrân, 3/139HER ZORLUĞA BİR ÇIKIŞ YOLUAllah’tan korkan ve O’na derin saygısı olan bir kimse inanır ve bilir ki, Yüce Yaratıcı kendisine itimat eden ve saygı duyanları mahrum etmez. Maddi ive manevî sıkıntılar karşısında onu yalnız bırakmaz. O, kendisine şah damarından ve herkesten daha yakındır. Kaf, 50/16; Vâkıa, 56/85 Nerede olursak olalım, bizimle beraber olduğuna inandığımız Allah Hadîd, 57/4, samimi kullarını başkalarının eline ve insafına terk etmez. Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasakladığı şeylerden sakınmaya gayret eden ve hayatını bu ilahî prensipler üzerine inşa eden mü’min, hiçbir zaman karamsarlığa düşmez. Zira Allah ona hangi şartlar olursa olsun bir çıkış, bir kurtuluş yolu gösterir. Nitekim bu konuda şöyle buyrulmuştur. “…Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” Talak, 65/2.Ebû Zer Peygamber bu âyet hakkında şu sözünü rivâyet eder. “Ben öyle bir âyet biliyorum ki, insanlar bu âyete tutunurlar/sarılırlarsa gereğine göre amel ederlerse bu onlara yeter/kâfi gelir.” Bunun üzerine orada bulunan ashab-ı kirâm “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu hangi âyettir” diye sorduklarında Peygamber onlara “…Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar,” âyetini okuyarak cevap vermiştir. İbn Mâce, Zühd, 24. Kurtubî Tefsirinde yapılan açıklamaya göre Peygamber yukarıda zikredilen âyetle birlikte “Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter” Talak, 65/3 âyetini de okumuştur. Hatta bunu tekrar tekrar okumaya devam etmiştir. Kurtubî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dûru’l-Fikr, Beyrut, 1995, c. 9, cüz, 18I, s. 149. İbn Abbas’ın anlattığına göre, Hz. Peygamber bu iki âyeti okumuş, bunları, Allah Teâlâ’nın kendisinden korkan kimseye dünyanın şüphelerine, ölümün şiddetli sarsıntılarına ve kıyametin zorluklarına karşı bir çıkış yolu lütfedeceği şeklinde açıklamıştır. Kurtubî, c. 9, cüz, 18I, s. 50.Hz. Cabir’in anlattığına göre bu âyet, müşrikler tarafından oğlu Sâlim’in esir alınmasına üzülen sahabeden Avf b. Malik el-Eşceî hakkında inmiştir. Avf, Hz. Peygambere gelerek şikâyette bulunur. Oğlunun esir alındığını ve annesinin sabırsızlandığını ve bu konuda ne emir buyuracağını sorar. Bunun üzerin Peygamber “Allah’tan kork, sabret, sana ve eşine “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi” Allah’tan başka hiçbir kuvvet ve çare lütfedecek hiçbir kimse yoktur sözünü çok söylemenizi emrediyorum” buyurdu. Avf evine giderek Rasûlüllah yukarıda ifade edilen emrini ve sözlerini eşine bildirdi. Eşi “Rasûlüllah’ın bize emrettiği şeyler ne güzel” diye karşılık verdi. Karı-koca bunları söylemeye devam ettiler. Düşmanın bir anlık gafletinden yararlanan oğulları, dört bin koyundan oluşan davarları sürerek babasına getirdi. Bunun üzerine bu âyet indi. Kurtubî, cüz, 18, s. 150. Görüldüğü gibi sabredene, bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğuna inana, O’nu çokça zikredene ve bütün benliğiyle teslim olana Allah ummadığı bir yerden rızık vermekte ve ona bir çıkış yolu göstermektedir. HER ZORLUĞA KARŞI BİR KOLAYLIKBütün ibadet ve taatlarımızın temel ekseni, takvâ/Allah’tan sakınma ve O’nun rızasını kazanmak olmalıdır. Yüce Yaratıcı’nın emirlerine samimiyetle bağlanıp yasaklarından kaçınan, dünyevî ve uhrevi her işini O’nun rızası için yapan kimselere, Allah kolaylık lütfedeceğini vadetmiştir. “Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir” Talak, 65/4 âyeti bu gerçeği vurgulamaktadır. Her şeyin Allah’ın takdirinin bir eseri olduğuna inanan bir kimse, başına gelecek bütün işlerin Allah’ın bir yazgısı/takdiri olduğuna inanır. Kendisine düşen tedbirleri almakta atalet ve gevşeklik göstermemektir. O’na olan güvencinin tam olmasıdır. Bu psikolojik ve ruh haline sahip bir mümin, asla karamsarlığa ve ümitsizliğe düşmez. Bu konuda şu âyet önemli bir delil ve teselli kaynağıdır. “De ki “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.” Tevbe, 9/51BAŞARI ALLAH’TANDIR/GÜVEN SADECE O’NADIRMuvaffakiyetini Allah’ın yardımına bağlayan, iyi niyetli ve barışı sağlama azminde olan bir kimsenin güvendiği ve sırtını yasladığı sadece Allah’tır. O, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz” sözleşmesinin gereğine göre hareket eder ve O’na tevekkül etmeyi ihmal etmez. Bir peygamberin dilinde şu mesaj bu bağlamda hayatiyet kesbetmektedir. “Ben sadece gücüm yettiğince sizi düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” Hûd, 11/88. “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” Mümtehine, 60/4. Hz. Peygamberden rivayet edilen bir hadis bu konuda bizlere önemli ipuçları vermektedir. Habbab şöyle anlatır “Resûlüllah’ın yanına geldim. Kabe’nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş dinleniyordu. “Bizim için Allah’tan yardım istesen ve dua etsen olmaz mı” diye kendisine şikayette bulunduk. Bunun üzerine yüzü kızarmış bir vaziyette oturdu ve şöyle buyurdu “Sizden öncekilerden bir kimse tutuklandı. kendisine bir çukur kazıldı ve oraya koyuldu. Sonra testere getirildi, başına koyularak ikiye ayrıldı biçildi. Bu durum, onu dininden çevirmedi. Demir tırmıkla eti ve derisi tarandı, yine bu durum, onu dininden döndürmedi. Allah’a yemin ederim ki, bu iş dini tebliğ görevi tamamlanacak, hatta bir yolcu Sana ile Hadramevt arasında serbestçe yolculuk yapacak. Yolculuğu esnasında Allah’tan ve davarına karşı saldıracak kurttan başka bir şeyden korkmayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” Buharî, Menâkıb, 25, İkrah, 1; Ebû Dâvûd, Süleyman el-Eşas es-Sicistânî, es-Sünen, İstanbul, 1981, Cihad, 97; Ahmed b. Hanbel, V, 109; 111. İMTİHANDAN KORKMAMAKHak davasını yüklenen ve temsil eden insanların denendiklerini ve deneneceklerini çeşitli âyetler ve hadisler ısrarla vurgulamaktadır. Bu konuda şu hadis oldukça dikkate şayandır. Ebu Huzeyfe şu bilgiyi verir Resûl-i Ekrem “İslam kelimesini söyleyenlerin adedi kaçtır, sayın bana!” dedi. Biz“Ey Allah’ın Resûlü! Sayımız altı yüz ile yedi yüz arasında olduğu halde bize bir kötülük ederler diye mi korkuyorsun” açıklamasında bulunduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Siz bilmezsiniz, belki ibtilâ edilirsiniz imtihan olunursunuz” buyurdular. Huzeyfe “gerçekten kısa bir müddet sonra ibtila olunduk. O derece ki, bizden birimiz namazını bile ancak gizli kılmaya başladı” demiştir. Müslim, İman, 23; İbn Mâce, Fiten, 23; Ahmed b. Hanbel, V, 384. Buhârî’nin rivayetine göre, Resûlüllah “Müslüman’ım diyenleri bana yazın” buyurmuşlardır. Bunun üzerine biz de kendilerine 1500 kişi yazdık ve “Biz 1500 kişi olduğumuz halde korkuyor muyuz” dedik. Hadisin ravisi “Vallahi zaman oldu öyle bir imtihana belâya tabi tutulduğumuzu gördük ki, insan evinde yalnız başına namaz kılarken bile korkuyordu” Buhârî, Cihad, 181. demiştir. Hadisi şerifte, Hz. Peygamberin irtihalinden sonra çıkacak fitnelere işaret edildiği gibi, genel olarak Müslümanların başlarına gelecek musibetlere de bir atıf vardır. Gerçekten Müslümanlar, zaman zaman büyük imtihanlara tabi tutulmuşlar ve sınanmışlardır. Bütün bunlara rağmen mümin ümitvar olmalı, asla karamsarlığa kapılmamalıdır. Türkçe, Farsçadan çokça kelime almış olmakla birlikte Farsçanın sözdizimini tamamen değiştirmiş, Türkçeleştirmiştir. Bugün İran’da hâlâ cümle kuruluşu Türkçedeki gibidir ve bu durum Türkçenin Farsça üzerindeki kalıcı etkisini göstermektedir. Şöyle bir baktığımızda Kuzey Afrika’nın Araplaşması kolay olmuş gözüküyor. İlk Arap fetihlerine kadar Kuzey Afrika bir Arap bölgesi değildi elbette. Fakat daha M. 639’da Mısır’ın fethinden itibaren, Kuzey Afrika en batı ucuna kadar hızla Araplaşmıştır. Bu olgu müstakil ve müstakim bir bakış açısıyla incelenmeye değer görünüyor. Bölgeyi Araplaştıran etmenler arasında İslâm dininin hayranlık uyandıran etki gücü kendiliğinden bir rol oynamıştır diyebiliriz. Dört Halife devrinde bu süreç İslâm’dan kaynaklanmış gözükmektedir ve doğal akışı içinde seyretmiştir. Emevîlerin iktidara gelişiyle birlikte ise devlet politikasında Arapçılık eğilimi hızlı ve güçlü bir biçimde yükselişe geçmiştir. Bu eğilimin ne zaman İslâmî hedeflerin önüne geçtiği, fütuhattan maksadın tam olarak ne zaman ganimet ve hâkimiyet hırsına doğru yönlendiği hakkında müstakil bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Fakat Emevîlerin ilk yönetimi ele alışlarından itibaren böyle bir politika güttüğü anlaşılmaktadır. Emevî yapısını anlayabilmek için İrfan Aycın Hocanın Emeviler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı adlı çalışmasına bakmak bir fikir verebilir. Buna göre Emevî yapısının iki temel özelliği şunlardı 1. Kabilecilik, 2. Emevî toplumundaki sosyal hiyerarşi ve sınıf olgusunun Araplığı öne Abbasîleri iktidara getiren de Emevîlerin bu ırkçı’ politikasının yeni Müslüman olan topluluklarda uyandığı nefrettir. Bu nefreti örgütleştiren ve Abbasîleri öne çıkartarak bir halk ihtilâline dönüştüren Horasanlı Ebû Müslim 718-755, Emevîlerin mevâlî’ köle dediği Arap olmayan Müslümanlardandı. Döneme bugünden bakıldığında Emevî çağı müslümanlaştırma açısından çok başarılı görülemez. Hatta bir görüşe göre “İslâm, Emevîlerin elinde vaz’-ı esâsîsini kaybetmiş”2 durumdaydı. Böyle bir ortamda İran’a baktığımızda İran’ın daha Dört Halife döneminde İslâm’ı kabul ettiğini görüyoruz. Emevî dönemine gelinceye kadar İslâm, İran’a yerleşmiş durumdaydı. Emevî döneminde ise İran’daki Fars kültürünün neredeyse yerle bir edilmiş olduğunu görmek hiç de zor değildir. Müslüman olmalarına rağmen İran ahalisi Emevîler tarafından -tabiri caizse- birinci sınıf Müslüman’ kabul edilmiyor; kendilerinden vergi olarak öşür alınması gerekirken gayrimüslimler gibi cizye alınıyordu. Emevîlerin ünlü emiri Kuteybe İran’da hiçbir engelle karşılaşmadan Maverâünnehir bölgesine kadar akınlar düzenliyor, bu bölgede İslâm’a davetle uğraşmayıp bölgenin ticarî hayatı oldukça düzenli ve müreffeh olan şehirlerini yağmalıyor, taş üstünde taş bırakmıyordu. İran’da bunlar olurken Kuzey Afrika Araplaşmasını tamamlıyordu. Bölgenin yerli inançları ve dilleri İslâmla ve Arapçayla yer değiştiriyordu. Bu değişimin sancılı bir değişim olduğuna dair bir iz ulaşmamıştır bu zamana kadar. Bunda Emevî dönemine kadar İslâm’ın ırk ve sınıf ayrımı yapmayan anlayışının büyük rol oynadığı açıktır. Fakat İran’da Fars unsuru Araplaşmamış, ancak tamamen bastırılmış bir konumdaydı. Farslar, -evveliyetle Müslüman olmanın bir sonucu olarak- artık yazıda Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardı. Şüphesiz İslâm hâkimiyetinden önce İran’da Arap alfabesi kullanılmıyordu. Fakat İran’da bu alfabenin kullanılmasının net tarihi hakkında kaynaklarda bilgi bulamıyoruz. Bugünden bakıldığında İran’da sanki hep Arap alfabesi kullanılıyormuş gibi algılanabilir. Abbâsîlerin 750 yılında Emevî Devletini ortadan kaldırmasıyla birçok şey de değişmiş oldu. Abbasî Devleti döneminde Emevîler zamanındaki kabileci-ırkçı anlayış tamamen değişti ve Müslüman olanların Arap veya Mevâlî olup olmadığına göre değerlendirilmesi olgusu ortadan kalkmaya başladı. Abbasîler dönemine kadar kitleler hâlinde İslâm’a girmemiş bulunan Türkler de 751’de Çinlilerle Abbasîler arasındaki Talas Irmağı Savaşından sonra ilk kez kalabalık topluluklar hâlinde ve kısa süre içinde İslâm’a girdiler. İşte bu hadise Türklerin önüne İran sahasını da açmış oldu. Baskıcı Emevî dönemini Müslüman olarak yaşamamış bulunan Türkler, İran sahasına girdiklerinde karşılarında Müslüman Farsları buldular fakat bu unsur özgüvenini büyük ölçüde yitirmiş durumdaydı. Diyebiliriz ki Gazneli Mahmud’un Firdevsî’ye Şehnâme’yi yazdırmasına kadar Fars unsurunda kayda değer millî bir kıpırdanış zuhur etmedi. Taze bir imanla hareket eden Türkler Fars Müslüman kardeşlerini kendilerinden ayırmadılar. Kısa süre içinde Türk hanedanlarının devletler kurduğu İran sahasında hükümdar Türk iken vezir genellikle Fars kökenli oldu. Türkler Farsçayı Arapçadan sonra ikinci bir İslâm dili olarak buldular ve birçok dinî terimi de Farsçadan aldılar. İran’da Türk hâkimiyeti 20. yüzyıl başlarında Kaçar Hanedanının hâkimiyetine son verilip Pehlevîlerin iş başına getirilmesine kadar sürmüştür. Abbasîler döneminde Müslüman oldukları ve Abbasî devlet politikasının da Araplığı öne çıkartmıyor oluşu sebebiyle Türklerin Araplaşması zaten hiçbir zaman söz konusu olmadı. Türk hâkimiyetiyle birlikte artık Fars unsurunun Araplaşması ihtimali de tamamen ortadan kalmıştı. Türkler daha İran sahasında ilk hâkim olmaya başlamalarından itibaren Farsçayı sevmiş gözüküyorlar. Bu dilden kelime aldılar ve onlara kelime de verdiler. Bu iki dil arasındaki –yeterince incelenmemiş etkileşim- o boyutlardadır ki bugün Türkçe ve Farsçadaki bazı kelimelerin ve bir kısım eklerin Farsçadan mı Türkçeye, yoksa Türkçeden mi Farsçaya geçtiği, dilbilimciler arasında hâlâ tartışmalıdır. Bundan daha da ötesi söz konusudur Türk ve Fars unsurlarının birbirlerine muaveneti, Türkçeye Farsça kelimelerin akmasına, Türk saraylarında Selçukluların sonlarına kadar Farsçanın resmî dil ve edebiyat dili olarak kullanılmasına; buna karşılık Farsçanın da sözdiziminin değişmesine yol açtı. Türklerden önce Farsça cümle kuruluşu Avrupa dil ailesindeki dillerle aynı olmasına rağmen Türklerle kaynaşmadan sonra Farsça cümle kuruluşu Türkçe cümle kuruluşuna sözdizimine evrilmiş ve tam anlamıyla değişmiştir. Türkçe, Farsçadan çokça kelime almış olmakla birlikte Farsçanın sözdizimini tamamen değiştirmiş, Türkçeleştirmiştir. Bugün İran’da hâlâ cümle kuruluşu Türkçedeki gibidir ve bu durum Türkçenin Farsça üzerindeki kalıcı etkisini göstermektedir. Aslında Emevî Devleti daha birkaç yüzyıl devam etmiş, Abbasî Devleti kurulmamış ve Türkler Müslüman olup İran sahasına akmamış olsaydı Farsçanın varlığını bugüne kadar sürdürememiş olabileceği dahi söylenebilir. Farsçada güçlü bir edebî birikim vardı evet, fakat bu birikim Arapların pek de umrunda olmamıştır. Farsçanın edebî birikimini taçlandıranlar Türkler olmuştur. Hatta bu birikimi benimsemişlerdir. Gazneli Mahmud’un Farsçaya devlet desteği, Türk şairlerinin yazdığı Farsça metinler vb. bunun en belirgin göstergeleridir. Dolayısıyla İran sahasında İslâm’ın yayılışı Kuzey Afrika’dan çok farklı seyretmiş ve orada olduğu gibi mutlak bir Araplaşmayla sonuçlanmamıştır. Böylece İslâm kültürünün Arapça dışında Farsça ve Türkçe olmak üzere iki güçlü dili daha var olmuştur. Bu ise hem İslâm kültürü adına hem de dünya kültür mirası adına bir zenginlik ve kazanç sayılmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm de bu gerçeği veciz bir biçimde ifade etmiştir “Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması da Allah’ın alametlerindendir bunda, kuşkusuz, fıtri bilgiye anlama ve kavrama yeteneğine sahip insanlar için dersler vardır!” Rûm Suresi, ayet 22. ÂMENTÜ İman ettim anlamında, iman esaslarıhakkında kullanılan tabir. Âmentü kelimesi Arapça olup 'âmene" fiilininnefs-i mütekellim vahdesi di'li geçmiş zamanın 1. tekilşahsıdır. Türkçe'de "inandım" olarak ise, iman esaslarını ifade için Arapça'da inanç esaslarını topluca bildiren cümleler"âmentü" kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir"Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihîve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'lkaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhiteâlâ". Bu cümlelerin Türkçe karşılığışöyledir "Ben, Allah'a, meleklerine, kitaplarına,peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer herşeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğuna inandım."İşte müslümanın âmentüsü yani inanç esasları bucümlelerde formüle edilmiştir. Bu formül elbette ayet ve hadisleredayanmaktadır. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur"...Fakat birr kişiyi Allah'a yaklaştıran her iyişey, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlereiman eden in bu imanıdır..." el-Bakara, 2/177. Buayette ve Nisâ suresinin şu ayetinde Cenâb-ı Allah imanesaslarından beşini bir arada zikretmektedir. "Ey imanedenler! Allah'a, O'nun peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'ave daha önce indirdiği Kitab'a iman da sebât edin. Kim Allah'ı,meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününüinkâr ederek kâfir olursa, şüphesiz derin bir sapıklığasapmıştır. " en-Nisâ, 4/136 Cenâb-ı Allah buayette müminlere, Allah'a, O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e, peygamberineindirdiği Kitab Kur'an'a, daha önceki peygamberlere indirdiğimukaddes kitaplara inanmalarını emretmekte ve Allah'ı,meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününüinkâr edenlerin doğru yoldan tam olarak sapıp kâfir olduklarınıbildirmektedir. Ömer sahih senetle rivayet edilen birhadiste Hz. Peygamber iman esaslarını altı maddehâlinde bildirmiştir. Cibrîl hadîsi* diye meşhur olan buhadise göre Cebrâîl Hz. Peygamber'in yanında ashabdan birkısmının bulunduğu bir zamanda insankılığında gelmiş ve Hz. Peygamber'in dizinindibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkındabilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek ilgili soruya Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir"İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadereinanmandır." Cebrâîl de "doğru söyledin" diyetasdik etmiştir. Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1;Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mâce,Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51... Hz. Peygamberin bu vebenzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halindebildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altımadde halinde ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondörtasırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmişve bu hususta icmâ-ı ümmet* tahakkuk etmiştir. Her ne kadar iman esaslarını bildirenayetlerde el-Bakara, 2/177; 285; en-Nisâ, 4/136.. kadere imânzikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ'nınilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanıngereğidir. Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi busıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatilher şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi, takdiri veyaratmasıyla olduğuna inanmaktır. Ayrıca,Kur'an-ı Kerim'de mevcut bir takım ayetler kadereinanmamızı istemektedir. Meselâ "Şüphesiz biz, herşeyi bir takdir ile kaderle, bir ölçüye göre yarattık"el-Kamer, 54/49, "O Allah, her şeyi yaratıp ona birnizam vermiş "mahlûkâtın mukadderatını tayinetmiştir." el-Furkan, 25/2. gibi ayetler ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederekkesinlik ifade eder. Bir insanın mümin sayılabilmesi, önceAllah'ın varlığına ve birliğine inanmasıylagerçekleşir. Kısaca "La ilâhe illallah * MuhammedünResulullah" kelime-i tevhid*ini birleme cümlesini diliylesöyleyip kalbiyle buna inanan İslâm'a ilk adımınıatmış olur. Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün imanesasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş yegane ilâh tanıyan ve Hz. Muhammed'i O'nun elçisi peygamberikabul eden kişi, Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirdiğihükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmişve benimsemiş demektir. Zaten İslâmî bir terim olarak imanşöyle târif edilmektedir "Hz. Muhammed Allahtarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslâmî esasların,hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna gönülden,tereddütsüz inanmak ve bunların yeryüzünde uygulanmasındanyana olmaktır." Bu inanca sahip kişiye de mümin bunlara iman edip uygulanmasını istemeyenlerinimanı yok hükmündedir. Demek ki mümin sayılabilmek için sadece Allah'ainanmak yetmiyor. Allah'a inanmakla beraber Hz. Muhammed'in O'nunpeygamberi olduğuna ilâhi emir ve yasakların insanlararasında uygulanmasının lüzumuna inanmak gerekiyor. Yine,âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarınayani Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiretgününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer herşeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğunainanmak icab ediyor. Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarlaberaber Kur'an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derinbir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînîhükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti beş vakit namazın farz olduğuna,rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun,zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksızyere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın,hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin,vb. haram olduğuna inanmak şarttır... İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden,mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımızatopluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde buhükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı,tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmayasebeptir. Hiç kimseye, imân konuları arasındabazılarına inanmak ve bazılarını reddetmekhakkı tanınmamıştır. 'Biz bazılarınainanırız, bazılarına inanmayız' demek küfürdür.el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151. Âmentü esaslarının mana ve mahiyetihakkında özetle şunları söylememiz mümkündür 1Allah'a inanmanın manası şudur; Allah'ın varolduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeriolmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O'ndanbaşka bir ilâh bulunmadığına; Allah'ın Kur'ân'dabildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarlamuttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu,kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaçolmadığına... vb. inanmak, 2 Allah'ın gözlegörülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerinvarlığına inanmak, 3 Allah'ın, insanlararasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapanpeygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur'an'da bildirilenlerintek tek peygamberliğine inanmak, 4 Allah'ın, peygamberlerdenbazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle indirilen Kur'an'a ve Kur'an'da zikredildiğiüzere Hz. Musâ'ya indirilen Tevrat'a, Hz. Dâvûd'a indirilen Zebur'a,Hz. İsâ'ya indirilen İncil'e inanmak, 5 Ahiret gününe, kıyametinkopacağına, dünya hayatının son bulacağına,herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba,Sırata, Mizâna, Cennet'e, Cehennem'e... vb. inanmak, 6 Kadere, hayırve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıylaolduğuna inanmak gerekmektedir. Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanmagereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak dazarurîdir. Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye kesin dini emir veyasaklardan herbirine inanmak gerekir. Bunlardan birini inkâr, tamamınıinkâr sayıldığından, küfürdür. Zira imandabölünme olmaz. "Kalbinde arpa zerre ağırlığıncaiman olduğu hâlde "Lâ ilâhe illallah" diyen Cehennem ateşindençıkar Cennet'e girer" Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim,İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61hadisinin anlamı şudur Cidden az bir imana sahip kimseCehennem'de ebedî kalmaz. Cezasını çektikten sonraCehennem'den çıkarılır, Cennet'e sokulur. Burada "azbir imanı olan" demek, "inanılması gerekenlerdenbazılarına inanan, bazılarına inanmayan" demekdeğildir. İman bir bütün olduğundan, bu iman esaslarına inanma açısındaneşittirler. Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıfoluşları açısından farklıdırlar. Bir deİslâm'ın emirlerinin yerine getirilmesi açısındanfarklıdırlar. "Kalbinde en küçük iman bulunan"danmaksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir. Helâlsaymaksızın bazı haramları işleyen, farzlarıterk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet'e gireceklerdir.el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, Beyrut, I, 168, 172, 173. Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzerihadislere bakıp da gayr-i müslimlerin Ehl-i Kitâb'ınCennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır. Çünkü -AllahKur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkçabildirmiştir. el-Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152. Cennet'ihak etmenin ilk şartı imandır. İman da, önce Allah'aHz. Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anîhükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasınıistemekle gerçekleşir. Mehmed BULUT 28 Eylül 2016 6 AYET VE HADİSLERDE İLMİN ÜSTÜNLÜĞÜ – İLİM NEDİR?Bu yazı İmam Nevevi’nin Hadis Kitabı olan Riyazussalihin’den alınmıştır. كتابُ العِلم 241- بابُ فضل العلم İLİM BÖLÜMÜ İLMİN ÜSTÜNLÜĞÜ Âyetler… İslâm’da İman ve Amel İlişkisi. Amelin gerekliliği ve iman ile olan ilişkisi. Amel Nedir? İslam’da imanın önemi nedir ve imanın esasları nelerdir? İslam’a göre imanın anlamı nedir? İslam dininde ve Kuran’a göre iman ve amel ilişkisini konu alan Kuran ayetleriİslam Dinine göre İman ve Amel ilişkisiİslâm dininde iman, Kelime-i Şehadet ile başlar ve Allah’ın varlığı ve birliğine kalben ve lisanen inanarak, imanın esaslarını kabul ederek Müslüman Kerim’de iman meselesi birçok yerde amelle ilişkilendirilerek zikredilmiştir. İman eden bir Müslüman amellerini de imanının gereğine göre yapması, yaşaması Yüce Allah tarafından kurtuluşa ermekle, mükafatlandırılmakla, cennetle yoluyla kendimizi hayatımızın kişisel, sosyal, ekonomik, dini ve manevi boyutlarını etkileyen bir inanç sistemine bağlarız. İnancımız bu dünyadaki davranışımız için ahlaki bir çerçeve ve etik bir standart Nedir?Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre iman; “Cenâb-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın tebliğ ettiği dinin kesin ve belirli hükümlerini detaylı ve ayrıntılı olarak kabul ve tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki Allah’a ve âhiret gününe iman ettik derler, halbuki onlar mü’min değillerdir.” Bakara Suresi iman, Kur’ân’ın Allah’tan nüzulüne iman demek olduğunu gösteriyor. Kezalik, Allah’a iman, Allah’ın vücuduna iman; âhirete iman, âhiretin gelmesine iman demektir. İşârât-ül İ’cazİslam’da inanç, Cenab-ı Hakk’ın tarih boyunca insanlığa doğru yolu Hz. İbrahim, Musa, İsa gibi peygamberler ve elçiler aracılığıyla bildirdiği ve son Peygamber Hz. Muhammed’in sav bu elçilerin sonuncusu olduğu inancıdır rahmetullahi aleyh.Amel Nedir?Amel ise; dinin emir ve yasaklarına uygun davranışlar, insanın iradesiyle yapılan sevap ve günah cihetinden yaptığı ve ahirette ceza ve mükafat olarak Allahu Teala’nın emrettiği, yapılmasını ve yapılmamasını insanlara bıraktığı bütün fiiller ve davranışlar amel ile belirlenir. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde iyi ve sâlih amel işleyenler mükafatlarla أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُو“Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz.” Bakara Suresi 21 bu ayette insan, amel ve ibadete ve Amel ilişkisini konu alan Kuran Ayetleri Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Bakara Suresi 277Fakat iman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar. Yunus Suresi 9İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Hud Suresi 23İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız. Ankebut Suresi 7İman edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihler iyiler arasına dahil edeceğiz. Ankebut Suresi 9Şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için içlerinde ebedî kalacakları Naîm cennetleri vardır. Lokman Suresi 8İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. İman edip salih ameller işleyenler için ise bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. Fatır Suresi 7Kim de inanmış olarak salih ameller işlerse, o, ne zulme uğramaktan korkar, ne yoksun bırakılmaktan. Tâhâ Suresi 112Amelin Gerekliliği ve imanla Olan İlgisiİslâm dininde Amel ile iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde iman ile sahih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin sâlih amelleri işleyerek maddî-mânevî yükselmeleri ve kulluk etmeleri Hakîmin nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i salih menhiyattan, Allah’ın yasakladığı şeylerden, haramlardan ve günahlardan kaçınmak ve sakınmaktır. Amel-i salih ise emir dairesinde hareket ve hayrat ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim salih amellerdir. Sâlih amel ise, maddî ve mânevî kul haklarına tecavüz etmemekle, Allah’ın emirlerini, dini yasaklarını ve farz ibadetleri gibi da bihakkın ifa etmekten fikir ve kalp yönünden fiil ve hareket alanında amel işleyememiş olan kimse meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının parlaması ve imanın terakki etmesi salih amellerle mümkün Hakîm, iman ve amel-i salihle, insanı aşağı derecelerden, sukuttan, âlâ-yı illiyyîne , yüce bir mertebeye çıkarır. Birçok Ku’an ayetinde kat’i ve kesin deliller ile çıkarmasını ispat ediyor. İman ve Salih ameller ile insanın manevi terakkiyatına ve ruhun kemale ereceğine işaret ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden, haramlardan ve günahlardan kaçınmak ve zamanda insanı manevi yaralardan, yıkımlardan, kötü ve kalbe şüphe veren şeylerden korumak, muhafaza etmek için, takvâ bu tahribata karşı en büyük yapan, büyük günahları işlemeyen, kurtulur. Büyük günahlar içinde boğulan insan için takva ve amel-i salih ile ihlasla amel etmek her Müslüman için Kerim, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştirBirincisi, şirki terk, Allah’a ortak koşmamakİkincisi, maâsiyi terk, isyan ve günahları terk etmekÜçüncüsü, mâsivâullahı terk etmektir. Allah’tan başka herşeyi terk etmekTahliye ise, hasenat ile olur. Hasenat da, ya kalble olur veya kalıp ve bedenle olur veyahut mal ile kalbînin şemsi, bedeniyenin fihristesi, mâliyenin kutbu, zekâttır.İşârât-ül İ’cazBu yazılarda ilginizi çekebilir;İslam’ın 5 Şartıİslam’da 32 Farz5 Vakit Namazİman, Salih Amel ve Güzel Ahlak Hutbesiİki arada bir derede Müslümanlık

imanla ilgili ayetler arapça ve türkçe